Nazilli Ziraat Odası

Vatan Hürriyet Ekmek

ZOBİS
ZOBİS
Nazilli Ziraat Odası > Bölgemiz Hakkında

Bölgemiz Hakkında

Nazilli, Aydın iline bağlı bir ilçe merkezidir. 28'-29 en­lemleriyle, 37'-38 boylamları arasında yer alır. Nazilli doğuda Kuyucak, batıda Sultanhisar, güneybatıda Yenipazar, kuzey­doğuda Manisa'nın Alaşehir ilçesi, güneyinde Bozdoğan, gü­neydoğusunda ise Karacasu ilçeleriyle çevrilidir. İlçenin yüz­ölçümü toplamı 644km2dir.

Büyük Menderes Havzası'nın oluşturduğu ova, Nazil­li'de genişlemeye başlar ve kuzey-güney doğrultusundaki uzunluğu 10 km. geçer. Nazilli'nin de içinde bulunduğu ova denizden 75–80 metre yüksekliktedir. En çukur yeri Akçay deresi ile Büyük Menderes ırmağı arasında bulunan Çerkez Ovasıdır.

İlçe sınırları içinden doğarak Büyük Menderes ırmağına dökülen ve bu ırmağı besleyen İsa beyli Deresi, Dallıca-Gereniz Çayı, Dere köy Çayı ve Mergen Çayları başlıca akarsu kaynaklarıdır.

Nazilli'nin kuzeydoğusundaki Çamlık Dağı 1732 mt, güneydoğusundaki Karıncalı Dağ 1705 mt, güneyindeki 1792 mt. Yükseklikleri ile Madran Dağı bu bölgedeki en yüksek noktalardır.

Kentin kuruluş yerini belirlemiş olan en önemli etkenler sahip olduğu ulaşım kolaylıkları, verimli tarım arazisi ile yer­leşmeye uygun topografık yapısıdır. Kent planı kuzey-güney doğrultusunda bir elips şeklindedir.

Ancak son yıllarda şehir doğu-batı yönünde gelişme göstermektedir. Verimli tarım arazilerinin imara açılmaması şehrin Menderes Nehri yönüne genişlemesini engellemek­tedir.

Yukarı Nazilli'de genişleyen bu elips Aşağı Nazilli'de daralma gösterir. Bu elipsi İzmir – Aydın - Denizli kara ve demiryolu doğu-batı yönünde enlemesine keser.


JEOLOJİK YAPI

Bölgemizin en eski yapılanmalarını oluşturan paleozo­ik (I. zaman) birimleri şistler (başkalaşım kütleleri) kalker ve kuvarsittir (tortul kayalar). Nazilli'nin kuzeyindeki dağlarda kuvarsit geniş yer kaplar. Türlü renk ve cinsteki mermer, kimi yerlerde yapısında zımpara düzeyi bulunan kalın katmanlar halindedir.

Paleozoik devre ilişkin oluşumların temelini Menderes Masifi belirler. Bu masifin çekirdeğini granit (magmatik küt­le) oluşturur. Büyük Menderes Vadisinin kuzey bölümlerinde neojen alanları Germencik'ten, Kuyucak'a kadar dar bir alanı şerit gibi kapsar. Burada adı geçen neojen arazinin en alt taba­kasını marn ve kalker temsil eder. Linyitli seri denilen bu dizi­nin oluşumu, Miyosen devrinde (III. Zaman serisi) gerçekleşmiştir.

Büyük Menderes Masifi’nde erojenez (dağların oluşu­mu) dönemlerine ilişkin izler bulunmaktadır. Bu bölgede (ku­zey) çok kırıktı tektonik bir yapı egemendir. Tektonik hareket­ler sonucu doğu-batı doğrultusunda Büyük Menderes Grabeni (kenarları faylarla sınırlandırılmış çöküntü alam) oluşmuş­tur. Oldukça aktif olan bu sistem ilçemiz sınırlarının dışındaki tüm bölgeyi kapsamaktadır. Nazilli çevresinde Miyosen'den bu yana kuzey- güney ve doğu- batı doğrultulu iki fay takımı gelişmiştir. Bunlardan kuzey- güney doğrultulu olanlar Na­zilli kuzeyinde, Kuyucak batısında ve Atça-Kılavuzlar arasında bulunur. Bu fayların yüzeyde izlenen uzunlukları 3–5 km. arasında değişir. Faylar büyük bir olasılıkla Nazilli'den itiba­ren alüvyon altında da devam eder.

Ovaya en yakın olan en güneydeki fay bölgedeki en genç diri faydır. Bu faylar boyunca gelişen fay diklikleri Kuyucak-Nazilli-Sultanhisar arasında kuzey-güney yönünde de­relerle kesilmiştir. Nazilli fayı olarak adlandırılan bu fay 10 km.yi aşmayan segmentler oluşturacak şekilde Aydın- Ger­mencik- İncirliova hattı boyunca uzanır.

Bunlardan Aydın- Nazilli arasında uzanan fayın 20 Ey­lül 1899 Menderes Depremi'ne neden olduğu bilinmektedir. 9 şiddetinde olduğu düşünülen bu deprem sırasında 1117 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu deprem sonrasında 40–70 km uzun­luğunda yüzey kırığı oluşmuştur.

Nazilli Hakkında Bilgiler

Nazilli, Ege Bölgesinin en eski yerleşim merkezlerin­den birisidir. İlçe merkezinin ilk yerleşim yeri hakkında kesin bilgiler bulunmamaktadır. Ancak Karya bölgesinde kalan Menderes Vadisine Luvi'lerin yerleştiği bilinmektedir.

Bu bölgede ilk yerleşim merkezi Lidya'lılann kurduğu antik Mas tavra kentidir. O dönemlerde bölgenin batısındaki İyonya kentlerinin ekonomik alanda gelişmesi ve kentin Ege ve Önasya ülkeleri arasındaki ticaret yolu (Hierapolis-Tripo-lis-Mas tavra-Nysa-Tralleis-Magnesia-Efes) üzerinde bulun­ması Nazilli yöresinin önem kazanmasına ve gelişmesini sağladı.

İ.Ö. 546 'da Lidyahları yenerek bu devleti ortadan kal­dıran Persler bölgeye egemen oldular. Pers egemenliğini sıra­sında bütün Batı Anadolu gibi bu yöre de Sard Satraplığına bağlı bulunuyordu.

İ.Ö. 344 'de Asya seferine çıkan Büyük İskender bu böl­geyi Makedonya sınırları içine kattı. İskender'in ölümünden sonra kurulan Selovkoslar' in eline geçen bölge daha sonra Roma egemenliği altına girdi.

Roma egemenliğinin Batı Anadolu'ya ulaştığı İ.Ö. 2. Yüzyıldan itibaren yaşanan askeri ve siyasi olayların ardın­dan, ancak İ.S. 1. ve 2. Yüzyıllar, ekonomik kalkınmanın ya­şandığı ve yaygınlaştığı dönem olmuştur.

Bölgede ve henüz gelişmemiş vadilerde, yerli halk ve köleler için üretim merkezleri kurularak, buraların gelişmesi sağlandı.

Tahıl ekim alanları genişletildi. Üzüm, incir ve zeytinin yanı sıra portakal limon gibi meyveler ile yeni tarımsal ürün tipleri geliştirildi. Pamuk üretimi de az da olsa bu dönemde başlar.

Roma imparatorluğu İ.S. 395'de Doğu ve Batı Roma diye ikiye ayrılınca bu yöre Doğu Roma İmparatorluğunun başka bir değişle Bizans İmparatorluğunun sınırları içinde kaldı.

Roma döneminde verimli alanlardan oluşan Menderes Vadisi Bizans yönetiminin siyasi, dini, ekonomik ve kültürel yapılaşmayı başkent İstanbul yönünde yoğunlaştırması üzeri­ne bu bölgede ticaret ve ekonomi daralmaya başladı. Ancak yöre bu olumsuzluklar karşısında Hıristiyanlık inancı yönün­den önemli bir hale gelmiştir. Bizans döneminde Afrodisias ve Harpasa (Arpaz) piskoposluk merkezi olmuştur.
Anadolu'nun Türkleşmesi sürecini başlatan Selçuklu­lar, 1176'da Miryakefalon Savaşı'nı kazanınca Nazilli ve çevresi yepyeni bir uygarlık ve kültürün etkisi altına girdi.

Selçuklular döneminde bu bölgeye ilk yerleşen Oğuz boylarına bağlı Gökhan, Dağhan, Gediklü, Haydarlı, Hoca-beyli, Kireges, Toygar, Alayuntlu, Kızıllar, Bayındır gibi oy­maklar olmuştur. Türklerin Anadolu'ya yerleşmesi sonucu pa­muk üretimi genelde dokumacılık yapan bu oymak ve aşiret­ler tarafından en üst düzeye çıkarılmıştır.

Selçukluların son dönemlerinde Muğla ili dolaylarında kurulan Menteşe Beyliği Sultanhisar ve Nazilli yöresini 1280'de ele geçirdi daha sonra Birgi merkez olmak üzere Aydın oğulları Beyliğini kuran Aydın oğlu Mehmet Bey Nazil­li bölgesini kendi beyliğine kattı.

Osmanlı Devleti zamanında ise Yıldırım Beyazıt 1390'da Nazilli yöresini ele geçirdi. 1402'de Timur'un, Yıldı­rım Beyazıt'ı Ankara Savaşında mağlup etmesinden sonra bu topraklar kısa bir süre için Timur kuvvetlerinin eline geçti. Kışı iklimin müsait olmasından dolayı Menderes Havzasında geçiren Timur kuvvetleri Anadolu'dan çekilirken yine Ti­mur'un yardım ve desteği ile Aydın oğlu Musa Bey bu bölgede egemenliğini ilan etti. Ancak Musa Bey aynı yıl (1402) ölünce yerine oğlu Aydın oğlu Gazi Umur Bey geçti.

Aynı tarihlerde Osmanlı tahtına çıkan II. Murat Ana­dolu'daki karışıklıkları bastırarak Nazilli ve çevresini kesin olarak Osmanlı idaresi altına soktu.


NAZİLLİ ADININ KAYNAĞI

Birinci Söylence: 
Bugünkü Nazilli'nin bulunduğu yere eskiden Pazar köy ismi verilmişti. İşte bu Pazar köy denilen yerde "Nazlı" adında çok güzel bir kız vardır. Güzelliği dillere destan olmuştur. Sancak Beyinin oğlu bu güzel kıza âşık olur. Ancak babası istenmesine rağmen kızı vermez. Bunun üze­rine beyin oğlu kızı kaçırır. Bu duruma çok üzülen baba üzün­tüsünden ölür. Nazlı, babasının ölüm haberini alır almaz Pazar köy’e gelir. Günlerce, haftalarca üzüntüsünden büyük acı­lar çeker ve sonunda bu duruma dayanamayarak kendini Menderes Nehri'ne atar ve ölür.

Kocası, ortadan kaybolan Nazlı'yı günlerce, haftalarca arar. Ancak durumu öğrenince o da üzüntüsünden kendini Menderes Nehrine atarak intihar eder. Bu olaylardan sonra Pazar köy’e halk arasında "Nazlı İli" denmeye başlanır ve zamanla Nazlı ili "Nazilli "ye dönüşür.

İkinci Söylence 
Eski devirlerde Nazilli şehrinin bulunduğu topraklarda birbirine çok yakın olan üç boy barınıyordu. Günün birinde bu üç köyden (Nozi-Nazi) adlısı çarçabuk büyüyüp gelişiyor ve bugünkü Nazilli'yi meydana getiriyor. Zamanla (Nozi-Nazi) Noz ili, Naz ili olarak söylenerek Nazilli ismi ortaya çıkıyor.

Üçüncü Söylence 
Evliya Çelebi yazdığı seyahatnamesinde şöyle demektedir: "Gerçi sevahil (sahil, kıyı) değildir amma âhu havasının (Nilüfer Çiçeği kokan) letafetinden (güzellik, hoşluk) mahbup ve mahbubesi (seven erkek sevilen kadın) gayet ziyade (çok) olup naz ü istiğnaları (aza kanaat etmeleri, tokgözlü) ziyade olduğundan Nazlı deyu (diye) tesmiye (isim koyma) olunmuştur. "

Evliya Çelebi burada da görüleceği üzere Nazilli'nin kızlarının çok güzel ve nazlı oluşundan dolayı buranın Nazlı İli diye bir isim aldığını söylemektedir.

DurasıIlı -Esen köy-Esen tepe-Eycelli-Gedik-Gedikaltı-Güzelköy-Hamidiye-Hamzallı-Hasköy-Haydarlı-Hisarcık-Işıklar-Kahvederesi-Karahallı-Kardeşköy-Kavacık-Kestel-Ketendere-Ketenova-Kırcaklı-Kızıldere-Kocakesik-Kozdere-Kuşcular-Mescitli-Ocaklı-Ovacık-Rahmanlar-Sailer-Samailli-Sevindikli-Şimşelli-Toygar-Uzunçam-Yalınkuyu-Yazırlı-Yellice ve Yukarı örencik köyleridir.

Bu köylerimizin isimleri genellikle Oğuz boylarının isimlerini taşımaktadır. Bundan da anlaşılacağı üzere Selçukluların yöremize yerleştikleri günden bu güne kadar izlerinin silinmediğidir.

Dördüncü Söylence 
Şimdiki Nazilli, kurulduğu tarihten beri verimli topraklarda ve her türlü tarım ürününün bol miktarda yetiştirildiği bir yerdir. Gerek kurulduğu topografık yerleşim yapısı olarak, gerekse iklim ve tabiat şartlarının kendisine verdiği önem dolayısıyla bu bölgede bulunan kendisine yakın yerleşim birimlerinde oturan insanların her türlü ihtiyaçlarının temin edildiği büyük bir ticaret merkeziydi.

Daha önce de belirttiğimiz gibi ve birçok kaynakta ismi "Pazar köy" olan Nazilli kasabasında bulunan Pazar çok ünlüydü. Evliya Çelebi seyahatnamesinde de görüldüğü üzere abartılı olsa da 40–50 bin insanın alışveriş için bu pazara geldiği anlatılmaktadır.

1830'lu yıllarda bu yöreye gelen Fransız seyyah Charles Texier "Küçük Asya" kitabında Nazilli'nin çok önemli bir ticaret merkezi olduğunu ve buraya "İncir Pazarı" isminin verildiği belirtir.

Arapça "Nazil" veya "Nııziıl"bir yerde konaklayan, bir yere inen anlamına gelmektedir. Büyük olasılıkla alışverişlerini yapmaya gelenlerin çokluğu ve burada konaklayanlardan dolayı yukarıda açıklamaya çalıştığımız "Nazil" ve "Nuzîrf" kelimelerinden ortaya çıkan Nazil ili veya Nuzûl ili denmiştir.

Ancak zamanla halk arasında bu isimler dil yumuşaması sonucunda Nazilli olarak söylenmeye başlanmıştır.

Beşinci Söylence 
Nazilli adının Türkçe olduğu ve Nazlı-ili gibi bir addan geldiği, onun bozulmuş biçimi olduğu yolundaki halk söylenceleri vardır. Gerçekten buradaki yerleşimin adı Fatih döne­mine ait bir kayıt da Nazlı olarak geçmektedir. 17. yüzyıl ya­pıtı Cami üd Düvel'de de Nazlı olarak geçiyor. Ne var ki, halk eski kültürlerden birinin dilinden gelen bir adı bile kullanır. Örneğin Akrakos Dağı adını Eğri göz yapar. Buna göre, Türk halkının kendi dilinden gelme, kendi dilinde anlam taşıyan Nazh-ili adını Türkçede hiçbir anlamı olmayan Nazilli biçi­mine çevirerek kullandığı kabul edilemez. Nazh-ili adının söyleniş güçlüğü, olsa olsa adın, ikinci sözcüğün atılmasıyla yalnız Nazlı diye kullanılmasına yol açabilirdi.

Nazilli adının bu bölgede tarih öncesinde yaşayan Luwi' lerden geldiği varsayılmaktadır. Bu tarihsel adın hiçbir belge­de geçmemesi doğaldır. Çünkü Nazilli 1830'lu yıllara kadar, önemsiz bir köy idi. Doğusundaki Kestel Köyü ondan daha önemliydi. Hatta 183l'e kadar ilçe merkezi orasıydı. Dikkat edilirse Nazilli, Aydın Dağlan dizisinin orta yerinden aşıp Beydağ'a inen yolun başındadır. Bu geçitle de bağlantılı ola­rak Luwi dilinde Nassila yani N(a)-ass(a)-ila, "Ana Tanrıça köyünün geçidi" adı kullanılmış ve oradaki yeni köyün ken­disi bu ad ile anılmış olabilir. Anadolu'daki adların birçoğu Helenleşme / Rumlaşma dönemlerinin de önce e'ye sonra i’ye dönmüştür. Böylece Nassila, Nassili olur ki Nassili'nin Türk ağzında bürüneceği biçim olsa olsa Nazilli'dir.

Çok dikkate değer ki, sözünü ettiğimiz doğal geçit üze­rinde Nazilli'ye bağlı Sama illi Köyü vardır. Bunun adının aslı da 'Ana Tanrıça ili ve geçittir. Boğaz ile bağlantılı olduğunu duraksamasız görebiliyoruz; Sama ila "Kutsal Ana-geçidi" anlamına gelmektedir.

Altıcı söylence
Antik dönemde bugünkü Sultanhisar'da bulunan Nysa (Nisa) kenti anılan tarihlerde çok önemli eğitim ve kültür merkezi konumundaydı. Bu nedenle adı geçen bölgeye Osmanlılar döneminde Nisa İli denmiştir. Nisa İli denilince de Nazilli, Kuyucak, Sultanhisar (Nysa), Bozdoğan, Atça, İsa beyli, Yenipazar, Dalama, Köşk ve Horsunlu akla gelmiştir. Böylece bugün kullanılan Nazilli adı, Osmanlıların bu yöre için kullandıkları Nisa İli'nden Nazilli adı türemiş olduğu da varsayılmaktadır.

Her söylencede de Nazilli adının değişik oluşumlardan ortaya çıktığı görülmekte ve bunların değerlendirilmesini okuyucularımıza bırakmayı uygun görmekteyiz.


NazilliEge Bölgesi'nde Aydın ilinin ilçesidir.

Konum olarak Nazilli, Aydın-Denizli Karayolu (E-87 Karayolu), İzmir-Denizli demiryolu üzerinde, Aydın’a 45 Km., Denizli'ye 81 Km. uzaklıkta bulunmaktadır.

Nazilli, Ege Bölgesinin en eski yerleşim merkezlerin­den birisidir. İlçe merkezinin ilk yerleşim yeri hakkında kesin bilgiler bulunmamaktadır. Ancak Karya bölgesinde kalan Menderes Vadisine Luvi'lerin yerleştiği bilinmektedir.

Bu bölgede ilk yerleşim merkezi Lidya'lılann kurduğu antik Mas tavra kentidir. O dönemlerde bölgenin batısındaki İyonya kentlerinin ekonomik alanda gelişmesi ve kentin Ege ve Önasya ülkeleri arasındaki ticaret yolu (Hierapolis-Tripo-lis-Mas tavra-Nysa-Tralleis-Magnesia-Efes) üzerinde bulun­ması Nazilli yöresinin önem kazanmasına ve gelişmesini sağladı.

 

Tarım

Arazi varlığı, coğrafi konumu, iklim koşullan, su kay­naklan ve toprak yapısının uygunluğu Nazilli'de tarım ürün­leri ve bitkiler açısından büyük bir çeşitlilik ve zenginlik gös­terir. Öyle ki özel iklim koşulları gerektiren çay, muz vb. bir­kaç bitkinin dışında Türkiye'de yetişen bütün bitkiler Na­zilli'de üretilir.

Kültür

Kar Helvası olarak adlandırılan rendelenmiş buz ve şerbet ile yapılan özgün yaz içeceği diğer güney yörelerinin benzer içeceklerini andırır. Ayrıca , Nazilli Pidesi olarak adlandırılan kıymalı,kaşarlı,peynirli,yumurtalı,otlu,tavuklu,karışık ve tahinli çeşitleri bulunan pide çeşitleri de yöreye özgüdür.Türkiyenin en uzun ömürlü insaarı burada yaşarlar.

Nüfus

Yıllara göre köy nüfus verileri
2011161.000
2007104.000
2000105.665
199080.277
198577.627
198064.015
197552.176
197045.159
196541.330
196036.660

Sağlık hizmetleri

2 Devlet hastanesi ve 1 Özel hastanenin yanı sıra çok sayıda özel poliklinik, görüntüleme merkezi, diyaliz merkezi vb. sağlık hizmet kurumları ilçede faaliyet göstermektedir.

Devlet Hastanesi'nde 400 yatak 236 personel; Adnan Menderes Devlet Hastanesi'nde 400 yatak, 200 personel; özel hastanede 19 yatak, 10 personel; verem savaş dispanserinde 22 personel ve AÇSAP merkezi vardır.


ARPAZ BEYLER KONAĞI
Arpaz, Nazilli'nin 15km. Kadar güneyinde bulunan bir köyümüzdür. Şimdiki adı Esen köy olan bu köyümüze Boz­doğan asfaltından sola doğru sapılarak ulaşılır.
Köy, eski bir Karya yerleşmesi olan Harpasa Kalesinin eteklerinde kurulmuş ve adını bu yerleşmeden almaktadır. Hakkında çok az şey bilinen antik Harpasa, ortaçağda Stav-ropolis(Afrodisias) Metropolitliğine bağlı bir piskoposluk merkezidir. Daha sonra Aydın Beyliğinin bir yerleşim mer­kezi olarak varlığını sürdürdüğü bazı vakıf kayıtlarından ve bugün ortadan kalkmış olan bazı mezar taşlarından anlaşılır.
Köyde bulunan arkaik karakterli isimsiz bir türbe de bu dönemden kalmış olabilir. Evliya Çelebi'de, Aydın Koca beyi tarafından ele geçirilen, Nazilli ovasının güneyindeki boğazı tutan ve "Beş boy" olarak adlandırdığı köylerden biri olarak Arpaz’ı da sayar. II. Bayezid devrine ait Aydın Mufassal Tahrir defterinde, Arpaz Yenişehir Kazasına bağlı olarak gösteril­miştir. Buna karşılık 1573–1574 tarihli Aydın Vakıf defterinde Aydın Livasına bağlı bir kazadır.
1451 tarihli Mufassal Tımar defterinde ise şu kayıt vardır:
" Taallukat-ı Arpaz Murad Hüdavendigar Aydın eline gelicek, oda oğlanı Ali Bey'e verilmiş. Yıldırım Hüdavendigar zamanında kadimi Süleyman ve Doğan Bey ve Kemine Bey ve Beyazıt Bey yerdi; mezkûrlar çer iye eserlerdi; şimdiki halde Murad Hüdavendigar kullarından oda oğlanı İlyas Bey'e Murad Hüdavendigar beratıyyiyüb asker-i mansureye mü-lazemet ider. "ifadesi vardır.
1573 tarihli Aydın Mufassal Tahrir defterinde burası bir Şehzade hassı olarak geçer. Aynı zamanda bölgesel önemi olan bir pazaryeridir. Bugün hala, Pazartesi günleri kurulan pazarına çevre köylerden gelirler.
Ancak, 16. yüzyıldan itibaren iltizam düzenini kazayı olumsuz yönde etkilediği anlaşılmaktadır. 1560 yılında, suis-timal yapan kadıyı halk toplu bir dilekçeyle şikâyet etmiştir. Huzursuzluğun sonraki yıllarda, süregeldiği, halkın zaman zaman rüsum(vergi) ödemeyi reddettiğini kaydeden belgeler vardır.
Huzursuzluk 17. yüzyıldaki bölükbaşı ayaklanmaları, salgın hastalıklar nedeniyle artar ve 1828–1829 yıllarında pat­lak veren Atçalı Kel Mehmet önderliğindeki halk isyanıyla doruk noktasına ulaşır. İsyanın bastırılmasından sonra gitgide önemini kaybeden Arpaz, yöredeki güçlerini koruyan ancak İmparatorluğu sarsan ekonomik bunalımlardan nasibini alan yerel beylerin güdümüne girer.
1849–1850 Salnamesinde henüz bir kaza olarak görülen Arpaz, 1868–1869 tarihli salnamede, Bozdoğan'a bağlı bir na­hiye durumundadır. 1927 tarihli Köyler- Fihristinde ise, Boz­doğan'a bağlı bir köy olarak görülür. Bugün Arpaz, Nazilli'ye bağlıdır. Arpaz'da ki Beyler Konağı Arpaz (Esen köy) köyü içinde Osmanlı İmparatorlu­ğunun ayanlık dönemine ait en güzel ve ilginç örneklerinden birisidir.
Bey evi oymalı ahşap işçiliği, nakışlan, tavanlarındaki çarkıfelek motifleriyle 19. yy. üslup ve özelliklerini yansıtan bir taşra yapısı dır.
Dekoratif özellikleri nedeniyle kulenin onarımı sıra­sında yapıldığı düşünülmektedir. Bazı değişikliklere rağmen özgün şekline iyice koruyabilmiş olan bu yapının daha eski bir evin yerini aldığı varsayımı geçerliliğini korumakla beraber bu hususa açıklık kazandıran veriler yoktur.
Evin- güneydoğu odasında, kapının karşısındaki bir dolap, çatı arasına götüren gizli bir merdiveni saklamaktadır. Taş duvarlar ve kestane ağacından yapılmış payandalar üze­rine inşa edilmiş bir Osmanlı evidir. Yaz ve kış odaları ile ha­yat alanı olarak ifade edilen verandaları bulunmaktadır.
Beyler konağı ev, kule, hamam, fırın ve erzak depoların­dan meydana gelmiş bir bütündür.
İyi korunmuş olmasına rağmen genel kuruluş düzeni açısından incelemeye değer olan bu konak II. Mahmut za­manında ki zeybek ayaklanması ve Atçalı Kel Mehmet ola­yıyla yakın ilgilidir. 1828–1829 yılında voyvoda ve muhas-sıllardan (küçük dereceli idareci) şikâyetçi olan halkın deste­ğini de alarak yanındaki zeybeklerle Aydın'ın kaza ve köyle­rine bir süre egemen olan Atça'lı Kel Mehmet, yanında yetiş­tiği Arpaz Beylerinin bu çiftliğini Haziran 1830'da kuşatarak yakmıştır. Böylece beyler konağı maddi kültür ve sosyal tarihin kesiştiği bir düzlemde çok anlam taşıyan bir belge niteliğindedir.
ARPAZ KULESİ
Arpaz Beyler Konağının hemen karşısında bulunan kulenin eve ve ovaya bakan cephesinin birinci katında bulu­nan geniş kapısına çıkan taş merdivenleri vardır.
Kapının üst kısmında daha önce kullanılan bir çekme köprüye ait makara yuvaları bulunmaktadır. İndirildiği zaman evin (konağın) zemin kat taşlığına dayanan kemerli bir plat­forma oturan asma köprü, evden kuleye doğrudan doğruya bir tehlike anında çekebilmeyi sağlıyordu.
Dışa tamamen kapalı olan kulenin zemin katı, Meş­rutiyet dönemine kadar zindan olarak kullanılmıştır.
Giriş katından üst kata ahşap bir merdiven ile çıkılır. Bu kat ovaya bakan parmaklıklı pencereleri, oturma sekileri, do­lapları, alçıdan ocağıyla bir yaşama mekânı olarak düzenlen­miştir. Yanında, sonradan eklendiği anlaşılan kubbeli küçük bir hamam vardır.
Oda dolaplarının arkasından dolanan ve sonradan inşa edildiği anlaşılan kar gir bir merdiven, halen ahşap bir çatı ile örtülü bulunan ancak özgün bir şekilde olan teras dama çıkar. Terasın köşelerindeki çıkma kuleciklere açılan çok sayıda menfez, hem geniş bir gözetleme açısı sağlıyor hem de her yöne ateş edebilme kolaylığı getiriyordu. Bir çıkma mazgal, giriş kapısını zorlayanların üzerine kızgın su akıtmaya yarı­yordu.
Bu yapı özellikleri ile kule korunma, savunma ve geniş görüş açısı nedeniyle gözetleme amacıyla kullanılmaktaydı.
Konağın kuruluş düzeni, yapımı ve bağlı birimleri ile ilk çağdan bu yana sürekli olarak iskân edilmiş olan Arpaz'ın geçmişine sıkıca bağlıdır. Bu iskân sürekliliğinin başlıca ne­deni, yerleşmenin son derece verimli bir ovanın kıyısında ku­rulmuş olmasından ileri gelir. Bu kulenin yapılış tarihi kesin olarak belirlenmiş değildir. Ancak II. Mahmut döneminde Ro­dos'a ıslahata gönderilen Hacı Hasan Bey, Rodos'tan dö­nüşünde 20 kadar usta getirmiş ve bu yıllarda bu kulenin onarıldığı sanılmaktadır. Onarımı yapan ustaların Rodos'tan gel­miş olmaları kulenin modern havasından anlaşılır. Gerçektende, köşe kuleleriyle bu yapı Rodos'taki St. Jean şövalyelerinin kalesindeki Naillac kulesini andırmaktadır.
Anadolu'nun tarihinde ölü zamanlar olmadığını bir kez daha anımsatan Arpaz Beyler Konağı Batı Anadolu'nun yer­leşim tarihindeki sürekliliğin bir belgesidir.
ANKARA PALAS OTELİ
İstasyon Meydanında yer alan Ankara Palas Oteli, bodrum, zemin ve birinci kat olmak üzere üç katlı, ahşap kır­ma çatılı, üzeri yerli kiremitle örtülü, kar gir olarak inşa edilmiştir. Giriş İstasyon Meydanı (Güney) yönünden sağla­nır. Kuzeyinde, ortada küçük bir havuz bulunan bahçe yer almaktadır. Bahçeye giriş güneydeki esas girişin tam karşısına düşen bahçe kapısı ile sağlanmaktadır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan ve bu özellikleri ta­şıyan yapının;
Ön Cephe: Yatay, dışa taşkın iki kat silmesi ile üç kata ayrılmış olup, bodrumla zemin katı ayıran düz zeminle birinci katı ayıran silme ise üç kademelidir. Tam ortada yer alan giri­şin iki yanındaki ve çatıya kadar uzanan plasterler cepheyi dikine üçe bölmektedir. Zemin kattan girişi sağlayan kapı esas itibariyle dikdörtgen şekilli ve iki kapı kanatlıdır. Giriş, yapıyı simetrik yapacak şekilde ikiye ayırmaktadır. Bodrum kat pencereleri düz taşkın silmeli, zemin ve birinci kat pencereleri ise sivri kemer silmelidir. Birinci katta giriş kapısı üzerinde küçük balkon ve balkon kapısı vardır. Altında ise halen kul­lanılmakta olan dükkânlar vardır.
Arka Cephe; Ön cephe düzenlemesi ile büyük benzerlik göstermektedir. Ancak buradaki pencere kemerleri yuvarlak olup, bahçeye çıkışı sağlayan kapı kemeri ise basıktır.
Taşkın Saçak Altı: Dört yanda da dikdörtgen bölümlere ayrılmış olup, dikdörtgen çıtalarla balık kılçığı yapacak şekilde düzenlenmiştir.
Yapının İç Düzeni: Zemin ve birinci kat haçvari planlı olup, doğu-batı yönündeki yan hollerde karşılıklı odalar mevcuttur. Kuzey-Güney yönündeki ana holde ise hol ve birinci kata çıkışı sağlayan merdiven yerleştirilmiştir. Zemin kattan birinci kata çıkışı sağlayan merdiven çift yönlü başlayıp, mer­diven sahanlığında birleşerek tek yönlü olarak birinci kata ulaşmaktadır.
Duvarlarda herhangi bir süsleyici unsur olmayıp ba­danalıdır. Kapı ve pencere doğramaları ile tavan ve döşemeler ahşaptır. Tavanda tavan göbekleri mevcut olup biri dama mo­tifli, diğerleri ise yıldız motifli, zemin katta girişin iki yanın­daki kapıların üzerinde de alçıdan bitkisel motifli kabartma süslemeler mevcuttur. Bu bina korunması gerekli kültür ve tabiat varlığı olarak kabul edilerek tescil edilmiştir.
DOKUZUN HAMAMI
Nazilli İlçesi Altıntaş Mahallesi Koca Camii'nin doğu­sunda bulunan sokak içindedir. Halk arasında "Dokuzun Hamamı" olarak bilinen hamamın; banisi (yaptıran), mimarı ve ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Batı-Doğu yönünde uzanan dikdörtgen biçimli, kar gir ve geleneksel Türk Hama­mı planlı olan hamamın Camekân bölümü tamamen yıkıldığı için herhangi bir şey söylemek mümkün değildir. Soğukluk, iki kubbeli olup kuzey kubbe ve bu bölümün güney duvarı ve bu duvara bitişik tuvaletler yıkılmıştır. Sıcaklık kısmı ise; yanlarda tonoz, ortada yuvarlak kemerler üzerine sekizgen bir kasnağa oturan bir kubbeyle örtülü olup, yine bu bölümün kubbeye kadar olan güney tarafı yıkılmıştır. Kare biçimli göbek taşı kaldırılmıştır. Kare planlı iki halvet odasının yine sekizgen kasnaklı kubbelerinden kuzey kubbe kasnağa kadar, öteki kubbe güney duvarıyla birlikte tamamen alınmıştır. Dik­dörtgen biçimli beşik tonozlu su deposunun kuzeyde kalan çok az bir parçasıyla tamamen yıkıldığı, külhanın ise gö­rünürde hiçbir izi kalmamıştır. Hamamda kubbelere geçişler basit ve kaba çizgilerle sağlanmıştır.
Osmanlı Mimarisi (18 Yüzyıl) Dokuzun Hamamı
18. yüzyıl sonlarına tarihlenebilen hamam, Nazilli'de Osmanlı döneminden günümüze kadar gelen tek hamam örneği olup, bu yapı da taşınmaz kültür varlıklarımız arasında yer almaktadır.
ANTİK KENTLER
Nazilli, Orta Menderes'teki antik kentlerin ortasında yer alır; 15km. Batısında Nysa (Sultanhisar), 11km. Güneyinde Bergama Kralı ile Selevkoslar'ın İ.Ö. 229'da Akçay (Arpasos) çayı kıyısında savaştıkları Arpasos-Harpasa ve bu kentin hemen 5km. Güneyindeki Neapolis (Yazı kent), 15km. güney­doğusunda Antiochia (Başaran), 20km. Kuzey-doğusunda Briula (Kayran), 3km. Doğusunda adını bugüne kadar koru­muş ve Menderes Ovasında tek para basılan kent olan Mas-taura (Mastavra-Boz yurt) Nazilli dolaylarındaki Lidya ve Karya yerleşim alanlarıdır. Afrodisias (Geyre-Karacasu) Laodikya (Denizli), Hierapolis (Pamukkale), Tralles (Aydın), Magnesia (Ortaklar), Ephesus (Efes-Selçuk) orta uzaklıkta yer alan Lidya ve Karya kentleridir.
Lidyalılar köken olarak, bugünkü Fransa-Almanya do­laylarından gelerek M.Ö. 3500 yıllarında Nazilli- Manisa-Alaşehir- Salihli dolaylarına yerleşmişlerdir. Karyalılar ise Girit'ten gelen göçmenlerdir ve Hitit soyundandırlar. Aydın, Denizli, Muğla kesimlerine daha çok Menderes'in güneyine yerleşmişlerdir.
Bu genel tanımlamayı yaptıktan sonra Nazilli ilçe sınır­ları içinde yer alan Mastavra ve Harpasa kentlerini tanıyalım.
HARPASA-ARPAZ
Latince de Harpasa olarak yazılan ve aslının Luwi ya da onun ardılı Kari a dilinden geldiği düşünülen Arpasa, bugün Aydın ili Nazilli ilçesine bağlı eski adı Arpaz ve yeni adı Esen-köy yakınındaki bir ilk çağ kentidir. Bu antik kentin, yakın­larında bugün Akçay olarak adlandırılan ve Karia döneminde Arpasoz/ Harpa sus adına sahip bir akarsu bulanmaktadır. Harpasa kentinin Roma döneminde bastığı bazı paralar üze­rinde ırmak 'tanrısı Arpassos'u canlandıran kabartmaların da bulunması kentin kenarında ki akarsuyun kent yaşamı için ne derece önemli olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Kentin tarihin deki en önemli olaylardan biri I.O. 229 ya da 228 yılında Bergama Krallık ordusu ile Selevkos'ların çayın kıyısında yaptıkları savaştır. Ve savaşı Bergama Kırallık ordusu kazan­dıktan sonra çay da tarihsel bir öneme kavuşmuştur. Arpasa sözcüğü açılır ve anlamı araştırılırsa; onun Arpa-(A) ssa' dan geldiği ortaya çıkacaktır. Bu sözcük de akarsu kenti anlamına gelmektedir. Arpa sözcüğü incelendiğinde bu sözcüğün Luwi dili ya da onun ardılı dillerin konuşulduğu yörelerde akarsu ile bağlantılı birçok tarihsel ad içinde bulunduğu görülmektedir. Böylece bu sözcüğün akarsu, ırmak, çay, su, dere gibi anlam­lar taşıdığı düşünülmelidir. Arpa'nın sonunda ki PA'nın su an­lamına geldiği zaten bilinmektedir. Ayrıca Hint-Avrupa dil grubunda Arakma, akıntı gibi anlamlar taşımaktadır. Ayrıca Hitit'çe de Arra sözcüğünün sulamak olduğu da bilinmektedir. Günümüzde Fransızca1 da da Arroser aynı anlam taşımaktadır. Yine Ermenicede Aru da akarsu anlamına gelmektedir. Bu benzerlikler ışığında sözcüğün akarsu anlamına geldiği ra­hatça söylenebilir. Assa sözcüğünün ise, Luwi dilinde ya da ardılı İ.O. 1. bin yıl Anadolu dillerinden gelme pek çok yer­leşim adında Asa/ Assa biçiminde sözcüklerin bitişinde kul­lanıldığı görülmektedir. Bu sözcüğün yerleşim anlamını taşı­dığı sanılmaktadır. Sözcüğün bir diğer çeşitlemesi ise, İssa'dır. Sözcük Helenler döneminde Assos ya da İssos biçiminde kullanılmış ve Helen döneminden kalma birçok kent adının bitişinde bu sözcüklere rastlanmaktadır. Örneğin: Halikarnas sos, Adrassos, Pedasos gibi. Böylece assos, ssos biçiminde bi­ten kent adlarının öz biçiminin assa olduğu sonucu da güçlen­mektedir. Ayrıca Hititçede iskân etmek, yerleşmek anlamına gelen Asas fiilinin bulunması da Asa/ Assa'nın Luwi dilinde yerleşim anlamına geldiğini daha da güçlendirmektedir. Asa-Assa ile biten tarihsel coğrafya adları (Helence-Assos)- kenti anlamına gelmektedir. Böylece Arpasa'nın akarsu kenti anla­mını taşıdığı açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu adların sonunu oluşturan Asa/ Assa ya da Assos bitişleri Türkçede- sun ya da sın biçimini almıştır. Helen ağzının değiştirmediği- sa bitişleri ise Türk ağzında çoğu kez son a'sını yitirmiş hatta bazen a'yı yitirdikten sonra s'si de z biçimini aldığı görülmektedir. Ar­pasa'nın Arpaz olması gibi.
MASTAURA-BOZYURT
Mastaura Antik Kenti, Nazilli ilçesi Bozyurt Köyü sınırlan içinde Menderes Nehri'nin kuzeyinde ve Nysa Antik kenti yakınlarında bulunmaktadır. Kent Bozyurt Köyü'nün 1km kuzeyinde, doğu ve batısı yüksek tepelerle çevrili, ortasından Mastaura (Krizoroas) deresinin geçtiği dar vadinin kuzeyinde yer alan küçük bir antik yerleşmedir. Bu dere Hellen dilinde "Altın Kılıçlı Dere" anlamına gelmekteydi.
Mastaura Luwi dilinde" Ana Tanrıçanın Ulu Akarsuyu" anlamına gelmektedir. Açık biçimi M(a)asta-ura'dır. Burada ki Ma: Luwi/Pelasgos dilinde "ana" anlamına gelmektedir ve Ama sözcüğünün baştaki A harfi olmadan kullanılan bir biçimidir. Bu sözcük ana tanrıçayı betimler ve Anadolu'da birçok tarihsel ad içinde bulunur. AMA sözcüğü Luwi dilinde anni, Hitit dilinde anna ile aynı karşılığa sahiptir ve günümüz Anadolu'sunda bu sözcük anne ya da ana biçiminde karşımıza çıkmaktadır. Luwi /Pelasgos dilinde asta yada diğer kullanım biçimleri olan astra, ista, istra sözcükleri akıntı anlamına gelmektedir. Bu sözcükler burada bir dere, çay ya da ırmağın olduğunu belirtmektedir.
Ura sözcüğü ise Luwi dilinde büyük, ulu, yüce anlamını taşımaktadır. Bu sözcük adlarının önüne ve arkasına gelerek kullanılmaktadır. Böylece Mastaura sözcüğünün Luwi /Pelasgos dilinde olduğu, buranın ilk yerli halkının da öncelikle bunlar olması gerektiği düşünülebilir.
Bu olgu kentin oldukça eski bir tarihe sahip olabileceğine işaret etmektedir. Lydia'daki ilk çağ kenti Mastaura Plini us 'ta, Hierokles'te ve Byzantion'lu Stephanos'ta anılmaktadır. Bu günde görülebileceği gibi Masataura bir akarsuyun yanında bulunmaktadır.
Strabon, Orthosıa ile birlikte Mastaura'dan da söz etmektedir. Hıristiyanlık döneminde piskoposluk merkezi olan kent Ephesos ve Khalkedon konsillerine katılmıştır.
Kentte görülebilen yapı kalıntılarından tiyatro şehrin kuzeybatısında yer alır. İki kademeli kemerli teras ile oluşturulmuş sahne binası kısmen korunmuştur. Tiyatronun orkestra kısmı zeytin ağaçlarıyla kaplıdır. Kavea kısmı tamamen tahrip olmuştur. Ayrıca kentte birçok yapı kalıntısı bulunmaktadır.
Ören yerinin güneydoğusunda kentin nekropolü (mezarlık) yer almaktadır. Çok tahrip olmuş mezar yapılan tamamen orman ve çalılıklarla kaplanmıştır.
Bu kent Ephesos'u (Efes) Celenaea'ya bağlayan ticaret yolu üzerinde olup, sikke basma ayrıcalığına sahipti. Ancak kent depremler ve veba salgını nedeniyle harap olmuş ve terkedilmiştir.

KESTEL
Kestel Köyü, kendi adını taşıyan dar bir boğazın ağzındadır. Yanından Kestel Çayı akar. Yakın tarihlere kadar Nazilli İlçesinin adına (Kestel maaNazilli) kazası denildiğini çeşitli belgelerden öğrenmekteyiz. Burası Lidya, İyonya, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerini yaşamıştır. Selçuklular devrinde Kestel'in coğrafi konumu itibariyle önemli bir durumda olduğu bilinmektedir.
Alaşehir'e kadar uzanan kapalı bir dere yolu bu iki bölge arasında çok önemli bir geçit olmuştur. 1189'da bir haçlı ordusu ile Laodikya'ya ( Denizli ) giden Alman İmparatoru Frederikilel210'da
Gıyaseddin Keyhusrev'le savaş yapan Bizans İmparatoru Theodor Laskaris bu yolu takip etmiştir. Köyün içinde ve yakınlarında Bizans Döneminden kalma hamam ve duvar yıkıntıları halen ayakta durmaktadır.
1333 yılında tanınmış Arap gezgini İbni Batuta'da buraya gelerek incelemelerde bulunmuştur. Ayrıca Kanuni Sultan Süleyman Rodos Seferi sırasında orduların Alaşehir ^üzerinden gidiş ve dönüşünde Kestel Boğazını kullanmıştır.
Kestel Köyü Camisi eski Bizans Kilisesinden camiye çevrilmiştir.